Çözülemeyen bir elmas soygunu sonrasında, sert mizaçlı bir polis baş şüpheliyi takibe alır ve bu durum zamanla bir saplantıya dönüşür. Ancak, sonunda hem onunla hem de gerçekle yüzleşmek zorunda kalır.

Gwen Cummings, New York’ta hızlı bir yaşam süren, parti dünyasının popüler ismi olan başarılı bir yazardır. Erkek arkadaşı Jasper ile eğlenceye doymayan bir hayatı vardır. Ancak, kız kardeşinin düğününde sarhoş olup limuzini kullanmaya kalktığında mahkeme ona 28 günlük rehabilitasyon cezası verir. Rehabilitasyon merkezinde, cep telefonu yasağı ve ilahi söylemek gibi alışık olmadığı kurallarla karşı karşıya kalan Gwen, orada yeni arkadaşlar edinir. Başta bu kurallara karşı dirense de, danışmanı Cornell'in yardımıyla içsel savunmalarını aşmaya başlar. Gwen, etrafındaki insanların desteğiyle eski alışkanlıklarından kurtulup hayatını yeniden inşa etmek için mücadeleye başlar. Sonunda, belki de içsel dünyasının dış dünyasıyla uyum içinde olabileceğini keşfedecektir.

Hayatlarını değiştiren sürpriz bir buluşma, esprili ve durdurulamaz bir şef olan Almut ile dünyada yolunu arayan daha yeni boşanmış Tobias'ı bir araya getirir. Zamanın sınırlarını zorlayacak olan bir yolculuğa çıktıktan sonra aşk hikayelerinin izlediği olağan dışı yolda her anın değerini bilmeyi öğrenirler. İlişkilerine dair kesitler ise hayatlarını kökten sarsacak bir hakikati ortaya çıkarır.

Don Juan gibi yaşayan, kadınların kalbini çalıp onlara bağlanamayan Don, artık hayatında bir anlam bulamaz ve adeta bir "yaşayan sebze" haline gelir. Son kız arkadaşı tarafından terk edildiği gün, isimsiz bir eski sevgilisinden, aslında bir oğlu olduğu yönünde bir mektup alır. Komşusu, iyi bir aile babası ve meraklı bir karakter olarak, Don’u mektubu yazanı bulmaya teşvik eder ve bu macerayı organize eder. Böylece Don, geçmişindeki kadınları birer birer ziyaret ederek bir yolculuğa çıkar. Bu yolculukta her bir karşılaşma, Don’u hayatıyla ilgili büyük bir farkındalığa yaklaştırır. Yolun sonunda ise tüm cevapları bulur.

Sokaklardaki şiddet nedeniyle Şikago'daki hayatını geride bırakmaya mecbur kalan Jake, taşınmasından sonra Peter ile tanışır ve bu tanışma sayesinde hayatı değişir.

Fildişi Sahili'nden ayrılarak Çin’in Guangzhou kentinde yeni bir hayata başlamak isteyen Aya, düğün gününde "hayır" demiş genç bir kadındır. Çin ve Afrika kültürlerinin iç içe geçtiği bir mahallede, Cai'ye ait butik bir çay mağazasında çalışmaya başlar. Cai, arka odanın mahremiyeti içinde Aya'yı bir çay törenine davet eder. Zamanla ilişkileri kırılgan bir aşka dönüşür, ancak geçmişin zorluklarını ve çevrenin önyargılarını aşmaları gerekecektir.

Annesinin hastaneye kaldırılmasıyla 12 yaşındaki Mildred’in hayatı altüst olur. Bu üzücü olayın ardından, Amerikalı sihirbaz babası Strawn Wise, Mildred’in bakımını üstlenmek için gelir. Strawn, çalışkan kızını eğlendirmek amacıyla onu Yeni Zelanda’nın vahşi doğasının içinde kampa götürür ve birlikte Canterbury Panther olarak bilinen mitolojik canavarı aramaya koyulurlar.

Yıl 1946. Yedi yaşındaki Amerigo Napoli'den ve annesi Antonietta'dan hiç ayrılmamıştır. Ama sokaklarda yoksulluk içinde geçen hayatı değişmek üzeredir. Bir "mutluluk trenine" binip kışı kuzeyde, genç bir kadın olan Derna'nın yanında geçirecektir. Amerigo, onun yanındayken hayatını sonsuza dek değiştirecek üzücü bir tercih yapması gerektiğinin bilincine varır. Yıllar sonra şu hakikati öğrenecektir: Seni seven biri seni alıkoymaz, bırakır...

Joy (2024), dünyadaki ilk tüp bebek olan Louise Joy Brown'un 1978 senesinde gerçekleşen tarihi doğumunun arkasındaki ilham verici gerçekleri gözler önüne seriyor. İleri görüşlü bir bilim insanı, genç bir hemşire ve yenilikçi bir cerrah, planlanan bu tıbbi atılımı hayata geçirmek için cesur bir mücadele verir. Kilise, devlet, medya ve tıp dünyasının karşı çıkışlarına rağmen, tarihe yön veren bir başarıya ulaşmayı hedeflerler.

"Bobby", Amerikan tarihinin en karanlık gecelerinden birini beyazperdeye taşıyor. Başkanlığın en büyük adayı olan Senatör Robert F. Kennedy'nin suikasta uğradığı gece Ambassador Hotel'de bulunan yirmi iki kurgusal kişinin hayali hikâyesini takip eden Yazar ve Yönetmen Emilio Estevez, kritik bir noktaya doğru ilerleyen Amerika’nın çok samimi ve ayrıntılı mozaiğini şekillendirir. Film çeşitli sahnelerindeki önyargılar, adaletsizlikler, kaos ve karmaşık kişisel hikayeler arasında ilerlerken, Kennedy idealizminden bugünlere kalmış en ufak bir umut kırıntısını bile aramayı ihmal etmez. Sıradan insanların birbirinden farklı deneyimlerini irdeleyen film aracılığıyla, sıra dışı birisinin ve tarihin en önemli değişimlerinden birinde bulunanların yaşadıklarına tanık oluyoruz.

Uzun yıllar matematik öğretmeni olan Hilmi, kendisinden yaşça ufak olan eşi Ela'yı üniversite sınavlarına hazırlarken, iki yıldır başarısız olan bir apartman görevlisinin on beş yaşındaki oğlu Ali'ye de matematik dersi veriyordur. Farklı yaş ve farklı dünyalara sahip bu üç insan, yalnızlıklarına merhem olması için birbirlerini bulurken, kendilerini aralarındaki sınırların kaybolduğu giderek daralan bir üçgenin içinde sıkışmış halde bulurlar...

Denizci asker Cem, karısı Alara'yı kanserden dolayı kaybeder. Karısını kaybetmenin acısıyla baş etmeye çalışan Cem, Mavi Mağara'ya gider ve orada bir gün karısına gerçek sevgisini göstereceğine söz verir. Cem'in yolculuğu, Alara'yla ilişkisinin ayrıntılarını ortaya çıkarır ve gerçek aşkın gerçekten sonsuz olduğunu vurgulayan şaşırtıcı bir keşfe dönüşür...

Hızır, uzun zamandır yoğun bakımda kalan eşi Halime'yi kaybedecektir. Kızı Hatice, hastalığı sırasında annesine tüm kalbiyle destek olan bakıcısı Evren'in annesinin ölümünden sorumlu olduğunu öğrenir. Hatice babasına söylemeden ona iyi davranmaya çalışır ama artık bu sırrı saklayamaz ablası Kader'e anlatır. Hatice, Evren'in yaptığı itirafı babasına söylemesi gerektiğini düşünse de Kader polise giderek her şeyi anlatması gerektiğini savunacaktır. Kader’in yaptığı ısrar, Hatice'de varoluşsal bir krize neden olur ve yapılan itiraf ona ağır gelir. Bir akşam yemeğinde ailedeki herkes bu gerçekle yüzleşmeye mecbur kalır.

İşindeki yoğun rekabet nedeniyle evine sadece yemeğini yemek ve uyumak için gelen Dane'in yaşamı, oğluna lösemi teşhisi konulduğunda kabusa döner. Büyük bir terfi yarışının ortasında olan Dane, kritik bir seçim yapmak zorunda kalır...

1992 yılının Nisan ayında, Los Angeles'ta polis şiddeti sebebiyle şiddetli ayaklanmalar patlak verir. Bu kargaşa sırasında eski bir mahkum, orada bulunan değerli platini ele geçirmek isteyen bir haydut çetesinin işyerinde tehdit ettiği oğlunu kurtarabilmek için çok zorlu bir mücadeleye atılır.

Bir zamanlar motokros şampiyonu olan bir adam, bir motorcu çetesinin erkek kardeşini soyguna sürüklenmesinden sonra ailesini koruma içgüdüsüyle hareket etmeye başlar. Yaşanan bu olay onu geçmişinin yükleriyle hesaplaşmaya, korkularıyla yüzleşmeye ve yakınlarını korumak için sıkı bir mücadele vermeye zorlar.

The Piano Lesson, 1936'da Büyük Buhran sonrasında Charles ailesinin, aile yadigârı olan oymalarla süslenmiş bir piyanonun geleceği için verdiği zorlu mücadeleyi konu alıyor. Kardeşlerden biri, piyanoyu satarak aileye yeni bir başlangıç yaratmayı planlarken, diğeri onun aile tarihini ve mirasını yaşatmak için mücadele eder.

Serebral palsi hastası olan altıncı sınıf öğrencisi Melody Brooks, hem konuşamadığı hem de tekerlekli sandalye kullandığı için çoğu kişi ona acıyarak bakar. Anne ve babasının desteğiyle, görülmek ve duyulmak için çabalar. Genç bir öğretmen, Melody'nin potansiyelini fark edip onu yaygın eğitime katılmaya teşvik eder. Tüm zorluklara rağmen, Melody okulunun bilgi yarışması ekibini başarıya taşır ve bu süreçte çevresindekilere ilham verir.