Gerçek bir olaya dayanan bu film, on yedi yaşından küçük elliden fazla kişiyi yıllar boyunca acımasızca katleden bir Rus seri katilin tüyler ürpertici suçlarını konu alıyor. Komünist rejimin hâkim olduğu dönemde, bürokratik engeller, yetersiz polis çalışmaları ve siyasi müdahaleler soruşturma sürecini oldukça karmaşık hâle getirmiştir. Olaylar, davayı çözmeye çalışan kararlı bir dedektifin gözünden aktarılıyor.

iRehine, 2022 senesinde Amsterdam’da bulunan Apple Store’da yaşanan gerçek bir rehine krizinden esinlenen sürükleyici bir gerilim filmi. Yönetmenliğini Bobby Boermans’ın, senaryosunu ise Simon de Waal’ın üstlendiği yapımda; silahlı bir saldırgan tarafından bir Bulgar adamın rehin alınmasıyla başlayan olaylar, farklı karakterlerin gözünden aktarılıyor. Saldırganın, rehinelerin ve müdahale ekiplerinin bakış açılarıyla şekillenen anlatı, izleyiciye terör, cesaret ve hayatta kalma mücadelesi üzerine yoğun ve duygusal bir deneyim sunuyor.

30 yaşında olan Murat, cezaevinde geçirdiği yılların ruhunda bıraktığı izleri hâlâ taşıyor; kabusları ve anıları, yakasını bırakmıyor. Annesinin yaşadığı travmayı neredeyse kendi hayatıymış gibi sahiplenmiş. Annesi ondan bir kurtuluş beklerken, başka bir kadınla evli olan babası ise ondan 7 yaşında bir erkek çocuk olmasını arzuluyor. Murat için düzenlenen sünnet düğünü, bir anda hayatının en büyük kâbusuna dönüşüyor. Mahkeme salonuna düştüğünde ise neyle suçlandığını dahi bilmeden, işlemediği suçların ağırlığıyla baş etmeye çalışıyor. Bu karmaşık hikâyede, ailesinin geçmişi, ilkokul öğretmeni ve daima yanında olan avukat İnanç, Murat’ın hayatına yön veren figürler olarak karşımıza çıkıyor. Mahkeme salonu, tarafların birbirine saldırdığı bir çatışma alanına dönüşüyor.

1940'ların sonuna doğru, Amerika’da Martha Beck ile Raymond Fernandez isimleri, “Yalnız Kalpler Katilleri” olarak korkuyla anılmaya başlandı. Onların en etkili silahı ise şaşırtıcı derecede basitti: Gazete ilanları aracılığıyla kurbanlarına ulaşıyorlardı. Bu ilanlara cevap veren yalnız ve umutsuz kadınlara, Raymond çekici bir Latin sevgili kılığıyla yaklaşırdı. Bu şekilde kandırılan kadınlar, önce duygusal olarak manipüle edilir, ardından acımasızca dolandırılır ve çoğu zaman öldürülürdü.

1952 yılında geçen hikâye, vaktiyle korsanların uğrak noktası olan, yüz yılı aşkın geçmişe sahip Grey Rocks kasabasını merkezine alıyor. Henüz 12 yaşında olan Jim, hem babasını kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşamakta hem de okulda maruz kaldığı zorbalıkla baş etmeye çalışmaktadır. Onun hayal gücü ve maceraya duyduğu özlem, bu zorluklara karşı en büyük sığınağıdır.Bir gece patlayan fırtına sonucu yönünü şaşırarak kasabaya ulaşan gizemli Kaptan Johnson’ın gelişi, Jim’in yaşamında adeta bir dönüm noktası olur. Kısa sürede Jim’in hem dostu hem de akıl hocası hâline gelen kaptan, ona cesaretin, kararlılığın ve kendine inanmanın sıradışı yollarını öğretir.Jim, bu eşsiz dostluktan aldığı güçle içindeki potansiyeli keşfederken, kaptanın geçmişine dair tuhaf ipuçlarına rastlamaya başlar. Acaba bu gizemli denizci, iki yüzyıl önce bu sularda dolaşan efsanevi korsan Charles Johnson olabilir mi?Jim, Kaptan Johnson’la çıktığı bu zamanlar ötesi yolculukta sadece geçmişin sırlarına ulaşmakla kalmaz; aynı zamanda kendi hayatının pusulasını da bulur.

İnancın gücüyle sınırları aşmak mümkündür. Annesinin ölümcül hastalığına çare arayan hayalperest bir çocuk olan Nora, gizemli bir adamla yaptığı anlaşma sonucu umut dolu ama karanlık bir serüvene atılır. Annesi Roza, beynindeki tümörle savaşırken Nora, geçmişi sırlarla dolu, yeraltı barlarında illüzyonlar sergileyen Kenan’ı gözlemlemeye başlar. Ona göre Kenan bir illüzyonist değil, adeta bir vampirdir. Kenan’ın hayali ise, eski gazino şarkıcısı annesini alıp yepyeni bir hayata yelken açmaktır.

Joe, mahkûm olduğu cezaevinden kardeşi Dan’a bir Noel mektubu yazar. Evdeki geleneksel fırın yemeğinin sosunu özlediğini dile getirirken, ailesine ve sevdiklerine duyduğu derin özlemi kelimelere döker. Bu içten anlatım, Paul Kelly’nin klasikleşmiş Avustralya şarkısından ilhamla hayat bulmuş dokunaklı bir hikâyedir.

İstanbul’un kentsel dönüşüm süreciyle yüzleşmekte olan bir mahallesinde, Salih ile Ayşe, altı yaşındaki sessiz oğulları Emre’yle birlikte hayatlarını sürdürmektedir. Salih’in beyaz yakalı dünyası, ani işten çıkarılışıyla birlikte çıkmaza girerken; Ayşe evden sigorta satışı yaparak aileye katkıda bulunmaya başlar. Artan kira yükü karşısında mevcut evde kalamayacaklarını anlayan çift, bütçelerine daha uygun bir konut aramaya koyulur. Bir gün, motosikletle yolcu taşıma üzerine kurulu yeni bir iş modelinden haberdar olurlar. Salih hemen sisteme dahil olurken, Ayşe de gizliliğini korumak adına sessizliğini bozmadan, yüzünü gizleyen bir kaskla zaman zaman bu işe katılır. "Rosinante" adını verdikleri motosikletle çalıştıkları bu süreçte, İstanbul’un daha önce hiç fark etmedikleri yüzleriyle karşılaşırlar. Ancak bu macera, motosikletlerinin çalınmasıyla beklenmedik bir şekilde son bulur.

Aile reisi Justin Kemp, önemli bir cinayet davasında jüri üyesi olarak görev yaparken derin bir ahlaki ikilemle karşı karşıya kalır. Olayların derinliklerine indikçe, bu ikilem giderek büyür ve onu daha da zor bir duruma sokar. Davada sunulan deliller ve tanık ifadeleri arasında bocalarken, içgüdüleri ile vicdanı arasında kalmış bir şekilde mücadele eder. Justin, verdiği kararların yanlış bir kişiyi mahkum etme ya da gerçek suçluyu serbest bırakma riskini taşıdığını anlamalıdır. Her geçen gün içinde onu kemiren bu durum, adaletin sağlanmasına dair inancını sorgulamasına neden olur. Film süresince Justin, kendi değerlerini ve ahlaki inanışlarını sorgularken, adalet sistemi içindeki çelişkilere de dikkati çeker. İzleyicilere adalet kavramının ne denli karmaşık olabileceğini düşündüren bu hikaye, doğru ile yanlış arasındaki ince çizgide yürümek zorunda kalan bir adamın içsel mücadelesini etkileyici bir biçimde sunar. Seyirciler, Justin’in bu yolculuğu sayesinde adaletin ne kadar derin ve tartışmalı bir konu olduğunu sorgulama şansı buluyor.

YURT”, 90’ların son döneminde Türkiye’deki yoğun siyasi kutuplaşmanın gölgesinde, 14 yaşındaki lise hazırlık öğrencisi Ahmet’in iç dünyasına derin bir yolculuk sunuyor. Yeni yeni İslam'a yönelen babası tarafından, erkek öğrencilerin kaldığı bir dini yurda zorla yerleştirilen Ahmet, sıcak ve tanıdık aile ortamından koparılmanın yarattığı yalnızlıkla baş başa kalır. Bir yandan babasının üzerindeki beklentilerini omuzlamaya çalışırken, diğer yandan okul ile yurt arasında sıkışmış bir yaşamda izolasyon ve baskıların pençesinde kıvranır. Aidiyet hissini hızla yitirirken, sığınabileceği tek figür, yurdun deneyimli ve asi öğrencisi Hakan olur. Hakan’ın hayatına kattığı özgürlük hissi ve heyecan, Ahmet’in yurt kurallarını sorgulamasına ve aşmasına neden olur. Bu isyan, Ahmet’in kendi yolunu çizmesine olanak tanıyacak cesur bir dönüşümün kapısını aralar.

1944 yılının 24 Ağustos gecesi, Paris’in geleceği General von Choltitz’in alacağı karara bağlıdır. Adolf Hitler’in talimatıyla şehri haritadan silmeye hazırlanan general, kentin çeşitli noktalarına patlayıcılar yerleştirir. Aynı saatlerde, İsveçli konsolos Raoul Nordling devreye girer ve diplomatik yollarla bu emre karşı durması için von Choltitz’i ikna etmeye çalışır. Böylece, Paris’i yıkımdan kurtarmak için zamana karşı amansız bir mücadele başlar.

Zekâsıyla parlak bir geleceğe sahip olan genç bir adam, babasına destek olabilmek uğruna tüm hayallerini riske atar. Gerçek bir hikâyeden esinlenen bu film, izleyiciyi onun hayat mücadelesine ortak ediyor.

Yakın gelecekte geçen hikâyede, ebeveyn olma süreci sıkı kurallar ve denetimlerle sınırlandırılmıştır. Çocuk sahibi olmayı arzulayan bir çift, yedi günlük zorlu bir değerlendirme sürecine katılır; ancak bu süreç beklenmedik bir şekilde psikolojik bir kâbusa dönüşür.

Hikâye, eski bir KGB ajanı olan Viktor Petrovich’in gözünden anlatılıyor. Ronald Reagan henüz Hollywood’da aktörlük kariyerine devam ederken, Sovyetler’in dikkatini çekmeyi başarır ve bu noktadan sonra Petrovich’in yaşamı Reagan’la geri dönüşü olmayan bir şekilde kesişir. Tüm engellere ve zorluklara rağmen, Reagan sonunda Amerika Birleşik Devletleri’nin 40. başkanlık koltuğuna oturmayı başarır.

Hindistan’ın İslamabad Büyükelçiliği’nde görev yapan J.P. Singh, sıradışı ve beklenmedik bir krizle karşı karşıya kalır. Elçiliğe aniden giren gizemli bir kadın, kendisinin Hindistan vatandaşı olduğunu söyleyerek ülkesine dönmesi için yardım talep eder. Bu olay, yalnızca insani bir yardım çağrısı olarak kalmaz, aynı zamanda diplomatik dengeleri sarsacak bir sürecin fitilini ateşler. Singh’in önünde hem bürokratik engellerle hem de etik sorumluluklarla örülü karmaşık bir yol haritası belirir. Krizin ardında yatan sırlar açığa çıkmaya başladıkça, olay uluslararası ilişkiler açısından daha da çetrefilli bir hal alır. Kadının kimliği ve niyeti belirsizliğini korurken, yaşananlar elçilik duvarlarını aşan bir hikâyeye dönüşür.

Chicago'da toplu taşıma gişesinde çalışan romantik bir kadın, her gün karşılaştığı yolcular arasında aşkı bulma umudunu canlı tutarak yaşamını sürdürmektedir. Ancak bir gün, komaya giren bir adamın nişanlısı sanılmasıyla hayatı aniden yön değiştirir. Yanlış anlaşılmadan doğan bu durum, zamanla onu beklenmedik bir romantik serüvene sürükler. Bu duygu yüklü hikâye, romantizm, trajedi ve komediyi öyle zarif bir şekilde harmanlar ki, izleyicisini derinden etkiler. Film, şiirsel anlatımı ve özgün olay örgüsüyle aşkı bambaşka bir pencereden sunar. Karakterler arasındaki bağlar öyle incelikle işlenmiştir ki, ilişkilerin içsel çatışmalarını ve duygusal çözülmelerini hissederek izlersiniz. Başlangıçta bir aldanış gibi görünen bu bağ, zamanla gerçek duyguların içtenliğine dönüşür. Oyuncuların performansları ve güçlü senaryo, filmi sıradanlıktan çıkarıp unutulmaz bir deneyime dönüştürüyor. Aşkın karmaşık doğasını ve kaderin oyunlarını işleyen yapım, izleyenleri hüzünlü ama umut dolu bir duygusal yolculuğa çıkarıyor.

"Topal Şükran'ın Maceraları", çocuk yaşta geçirdiği bir kaza sonucu sakat kalan Şükran’ın, insanlarla iletişim kurma çabalarına odaklanıyor. Diyalogsuz ve trajikomik bir anlatımla sunulan bu hikâye, özellikle karşı cinsle yaşadığı hayal kırıklıkları üzerinden Şükran’ın sürekli bir hüsran döngüsüne girmesini gözler önüne seriyor. İnsanlarla bağ kurmada başarısız oldukça, yeni bir çözüm arayışına yönelen Şükran, nihayet cinsiyet değiştirerek mutluluğu bulacağını umar. Ancak bu değişim de ona beklediği huzuru getirmez ve yeniden hayal kırıklığına uğrar. Onun yaşadığı iletişim kurma konusundaki çaresizlik, izleyicilere de tanıdık gelen duygular yaşatır; çünkü hepimiz benzer hislerle hayatın içinde savrulmaktayız.

Güney Delhi'nin gösterişli dünyasında yaşayan bir diva, orta sınıftan gelen ve kariyerinde başarılı olan genç bir adamla alışılmadık bir anlaşma yapar. Amacı, takımını kurtarmak için onu sahte sevgilisi olarak kullanmaktır. Fakat planın içine gerçek duygular karıştığında, aşkın karmaşasında yollarını bulabilecekler midir?