Yolsuzlukla çürümüş bir sistem tarafından kandırılan sıradan bir adam, kendini hapishanenin karanlık yeraltı dünyasında kapana kısılmış halde bulur. Orada, onu içten içe tüketen bir soruyla yüzleşmek zorunda kalır: Hapishaneler insanı ıslah mı eder, yoksa suçun daha da derinine mi sürükler?

Yakın gelecekte geçen hikâyede, ebeveyn olma süreci sıkı kurallar ve denetimlerle sınırlandırılmıştır. Çocuk sahibi olmayı arzulayan bir çift, yedi günlük zorlu bir değerlendirme sürecine katılır; ancak bu süreç beklenmedik bir şekilde psikolojik bir kâbusa dönüşür.

Hayatının aşkı Zoe’yi kaybettikten sonra, Sal derin bir kederin ve geçmişe sıkışıp kalmış anıların içinde yaşamaktadır. Onun bu içe kapanışına kayıtsız kalamayan kız kardeşi Ebe, ölen kişilerin bilincini geçici olarak geri getirebilen 'Another End' isimli bir teknolojiye başvurmasını önerir. Sal, bu sıra dışı teknoloji sayesinde, Zoe’yle yeniden yüz yüze gelme şansını elde eder — üstelik başka bir kadının bedeninde. Kısa süreliğine de olsa, kayıp aşklarını yeniden inşa eder, sevgi, hayat ve vedayla dolu derin anları birlikte paylaşırlar. Ancak program sona erdiğinde, Sal için Zoe’yi bir kez daha kaybetmek dayanılmaz hale gelir. Onu geride bırakmayı reddeden Sal, bu kez Zoe’nin varlığını, onun bilincine ev sahipliği yapan Ava’nın bedeninde aramaya başlar.

1970’li yılların Güney Amerika’sında geçen bu hikâyede, Şili’deyiz. Ülkede, açıkça söylenmese de ABD’nin dolaylı desteğiyle darbeyle iktidarı ele geçiren General Pinochet yönetimi hüküm sürmektedir. Genç Amerikalı Charles Horman gizemli bir şekilde ortadan kaybolunca, eşi Beth bu olayın peşine düşmeye karar verir.Gerçeğe ulaşmak için her kapıyı çalan Beth, ABD büyükelçiliği dahil olmak üzere herkesin ondan uzak durduğunu fark eder. Bu süreçte, milliyetçi kimliği ağır basan ve devlete güveni tam olan baba Ed de oğlunu bulmak için Şili’ye gelir.Başta Charles’ın siyasi sebeplerle “yok edildiğini” ve bu olayda Amerikan hükümetinin de parmağı olabileceğini kabullenmekte zorlanan Ed, zamanla karşılaştığı her yeni bilgiyle yüzleşmek zorunda kalacak, inançları sarsılacaktır.

Stephen E. Miller’ın aynı isimli romanından beyaz perdeye uyarlanan Bahçedeki Kadın, bir ailenin korku dolu anlarını gözler önüne seriyor. Ramona ve iki çocuğu, sabahın erken saatlerinde çiftlik evlerinin ön bahçesinde ansızın beliren esrarengiz bir kadınla karşı karşıya gelirler. Siyah giysilere bürünmüş bu ürkütücü kadın, kısa sürede aileye rahatsız edici mesajlar ve tehditkâr uyarılar göndermeye başlar. Bu gizemli ziyaretçi, Ramona ve çocuklarını onun kim olduğunu, neden orada bulunduğunu ve ne gibi tehlikeler barındırabileceğini sorgulamaya iter.

Emma, İtalya’daki baba evine, babasının ağır bir şekilde yaralanması üzerine geri döner. Babası hastanede yaşam savaşı verirken, Emma evde yalnız kalır. Bu yalnızlık sırasında, gizemli bir radyo ile karşılaşır ve bu cihazın arkasında doğaüstü bir varlık olduğunu keşfeder. Zaman geçtikçe bu varlık daha da güç kazanır ve geceleri Emma için tehlikeli bir mücadeleye dönüşür. Hayatta kalmak için, radyonun taşıdığı lanetin gizemli geçmişine inmeli ve bu karanlık sırrı çözmelidir.

Yaşlı bir Amerikalı, Paris’teki apartman dairesinde Maria adında gizemli bir kadınla sıradışı ve isimsiz bir ilişki yaşamaya başlar. Ancak Maria’nın bir gece yıldız haline gelmesi, medyanın ilgisini ve skandalın gölgesini peşinde getirir. Sessiz başlayan hikâye, şöhretin gürültüsünde şekil değiştirir.

Ünlü akademisyen Berna Tuna'nın hayatını kaybetmesi, kocası Macit için hem geçmişte yaptığı hatalarla yüzleşme hem de uzun süredir ihmal ettiği kızı İpek'le bağlarını yeniden kurma şansı doğurur. Ancak Macit’in bu yeniden başlama arzusu, oğlu Alp ile Berna’nın sadık asistanı Feyza’nın duygusal bağlılıklarının yarattığı gerilimle sınanacaktır.

Film yapımcılığı yapan Ben, Amerika film festivalinde çalışmakta olan kız arkadaşı Miko ile birlikte Berkeley, California'da yaşıyordur. Sinemasını işletmediği zamanlarda Ben, zamanını ulaşılmaz sarışın kadınları merak ederek, Criterion DVD'leri izleyerek ve çok fazla TV izleme alışkanlığı olan ilginç bir öğrenci olan en yakın arkadaşı Alice ile yemek yiyerek geçiriyordur. Miko staj için New York'a taşındığında Ben kendi başına kalır ve ne istediğini düşünmeye başlar...

Haley Elizabeth Anderson’ın etkileyici ve sıradışı ilk uzun metraj filmi Tendaberry, genç bir kadının yaşam öyküsünü dört bölümde göz alıcı bir şekilde işliyor. Salgın sonrası Güney Brooklyn’de geçen hikaye, yimi iki yaşında Dominik Cumhuriyeti kökenli olan Amerikalı Dakota’nın New York şehrindeki ilk yılına odaklanıyor. Dakota, Coney Island’dan Yuri adında genç bir adamla bir denge kurmaya çalışır. Ancak Yuri, ailesinin hastalığı nedeniyle Ukrayna’ya dönmek zorunda kalınca ve ardından savaş başlayınca, Dakota'nın hayatı beklenmedik şekilde değişir. Hamilelikten maddi sıkıntılara, kişisel güvenliğini tehdit eden durumlara kadar pek çok zorluğun üstesinden yalnız başına gelmek zorunda kalır.Tendaberry, son derece samimi anlatımıyla zaman zaman belgesel hissi uyandırıyor. Filmde ayrıca, 1980'lerin New York queer gece hayatını belgeleyen sanatçı Nelson Sullivan'ın arşiv görüntülerine de yer verilerek Brooklyn’e karanlık ve büyüleyici bir aşk mektubu yazılıyor.

Yıllar sonra satışa çıkan evine geri dönen Richard Young, adım adım evi gezerken hayatının izlerine rastlar. Geçmişin anıları birer birer canlanırken, Richard yalnızca kendi hikâyesiyle değil, bu evde nesiller boyu biriken unutulmaz anılarla da yüzleşir. Bu ev, geçmişle bugünü birbirine bağlayan uzun bir yolculuğun başlangıç noktasıdır.

Yazar Charles Portis’in aynı adlı romanından uyarlanan ve usta yönetmenler Joel ile Ethan Coen’in imzasını taşıyan İz Peşinde, intikam ve cesaret ekseninde şekillenen güçlü bir hikâye anlatıyor. 1969 yılında John Wayne’in başrolünde yer aldığı ve Oscar ödülüne layık görülen ilk uyarlamasının ardından, bu versiyon da büyük ilgi görmüştür. Film, İç Savaş sonrasının Amerika’sında, 1870’lerde geçer. 14 yaşındaki Mattie Ross, babasının öldürülmesiyle sarsılır ve adaleti kendi elleriyle sağlamak için harekete geçer. Babasının katili Tom Chaney’nin peşine düşmek üzere Arkansas/Fort Smith’e giden Mattie, acımasızlığıyla tanınan, alkolik ve başına buyruk federal polis Rooster Cogburn’ü tutar. Onlara, Chaney’i yakalayarak Texas’a götürmek isteyen kararlı bir Texas polisi olan LaBoeuf da katılır. Bu üç inatçı karakterin yolları, iç içe geçen değerler ve çatışmalarla örülüdür. Film; karanlıkla, cesaretle, hayal kırıklığıyla ve insani direnişle yüzleşen bir yolculuğu gözler önüne sererken, genç oyuncu Hailee Steinfeld’ın performansı da büyük övgü toplar. 10 dalda Oscar’a aday olan film, ödül alamasa da Coen kardeşlerin başyapıtları arasında gösterilir.

Görme engeliyle çocukluk yıllarından beri yaşamını sürdüren Eflatun, hayatla olan bağını babasının sunduğu ses ve gölge oyunları sayesinde kurmuştur. Babasından miras kalan saat tamirciliği mesleğini devam ettiren Eflatun, yalnızca sesine gönlünü kaptırdığı bir adamı yıllardır beklemektedir. Günlerden bir gün, dükkânın kapısını aralayan bir adamın sesi, zihninde yıllardır yankılanan o eşsiz sese birebir benzemektedir. Bu tanıdık ses, Eflatun’un iç dünyasında yeni bir kapıyı aralayacaktır.

Tokyo şehrinde ilerleyen bir tren, eğer saatte 100 kilometrenin altına düşerse büyük bir patlama riskiyle karşı karşıya kalmaktadır. Şehrin güvenliği ve yolcuların hayatı tehlikedeyken, makinist ve ona eşlik eden görevliler, trenin hızını sürekli korumak için zamana karşı yarış verir. Film boyunca izleyici, gerçek zamanlı bir kurtarma operasyonunun içinde hisseder kendini. Gerilimi artıran yolcuların endişeli bakışları, yetkililerin treni durdurmak ve insanları tahliye etmek için verdiği mücadeleyle birleşir. Sürükleyici müzikler ve etkileyici kurgu eşliğinde, bu aksiyon yüklü yapım seyirciyi adeta olayların içine çeker. Nefes kesen temposu ve yüksek tansiyonlu anlarıyla film, gerilim ve aksiyon tutkunlarına unutulmaz bir deneyim yaşatır.

Bir zamanların saygın senaristlerinden Ben Sanderson, alkol bağımlılığı yüzünden hem itibarını hem de mesleğini kaybetmiştir. Yaşama dair tüm amaçlarını yitirmiş olan Sanderson, acısını dindirmek ve belki de yaşamına nokta koymak için Las Vegas’ın ışıltılı sokaklarına doğru yola çıkar. Vegas’a ulaştığında hayatında yeni bir dönem başlar; burada tesadüfen karşılaştığı hayat kadını Sera ile tanışır. Her ikisinin de karmaşık ve acı dolu geçmişleri vardır. Ancak bu beklenmedik tanışma, Sanderson’a aşkın iyileştirici gücünü hissettirecek, hayata bambaşka bir pencereden bakmasını sağlayacaktır. Ölümüne içmeyi kafasına koymuş bir adamın, Sera ile yaşadığı duygusal bağ sayesinde yeniden umut bulduğu bu dokunaklı hikaye, izleyiciyi hem sarsıcı hem de ilham verici bir yolculuğa çıkarıyor. Film; karanlıkla yüzleşmeyi, sevginin insanı nasıl dönüştürebileceğini ve hayata yeniden tutunma çabasını etkileyici bir dille anlatıyor.

Malegaon’un sakinleri, hayatın sıkıcılığından ve gündelik zorluklardan kaçışı Bollywood’un renkli dünyasında bulur. Hayali bir film çekmek olan amatör sinemacı Nasir Şeyh, aynı tutkuyu paylaşan arkadaşlarıyla bir araya gelir. Bu film sadece bir yapım süreci değil, aynı zamanda kasabanın ruhunu yeniden canlandıran bir diriliş öyküsüne dönüşür. Her sahne, Malegaon’un umut dolu kalbini yansıtır.

Yaşlı bir Amerikalı, Paris’teki apartman dairesinde Maria adında gizemli bir kadınla sıradışı ve isimsiz bir ilişki yaşamaya başlar. Ancak Maria’nın bir gece yıldız haline gelmesi, medyanın ilgisini ve skandalın gölgesini peşinde getirir. Sessiz başlayan hikâye, şöhretin gürültüsünde şekil değiştirir.

Deneyimli dedektif Walker, kontrolden çıkan bir operasyonun ardından yozlaşmış bir şehrin karanlığıyla savaşmak zorunda kalır. Genç bir siyasetçinin oğlu Charlie'yi kurtarmaya çalışırken, aynı zamanda çetenin hedefi haline gelir. Charlie’nin uyuşturucu işlerine bulaştığını öğrenmesiyle işler daha da karmaşık hale gelir. Walker, hem geçmişiyle yüzleşir hem de şehirdeki karanlık güçlerin maskesini düşürmeye çalışır.