Başarılı fakat sosyal yaşamı ihmal edilmiş bir işkolik, önemli bir müşterisiyle yemeğe çıkmak zorunda kalınca yalnızlığı nedeniyle kardeşinden yardım ister. Randevuyu ayarlayan kardeşi, olayları bambaşka bir yöne sürükleyecek biriyle onu tanıştırır. İlk bakışta tam bir felaket gibi görünen bu seçim, kısa sürede absürt olaylar ve beklenmedik sürprizlerle dolu bir akşama dönüşür. Karakterler arasındaki çatışma ve komik diyaloglar, izleyiciye hem kahkaha hem de duygusal derinlik sunar. Romantizmi mizahla harmanlayan film, iş ve özel hayat arasında denge kurmanın zorluklarını gözler önüne sererken; bazen “yanlış” gibi görünen kişilerin, aslında hayatımıza en doğru yerden dokunduğunu etkileyici bir biçimde vurguluyor.

Mösyö Ballon’un evinde karmaşık bir olay yaşanır ve bir kişi hayatını kaybeder. Tüm kanıtlar, evin çekici hizmetçisi Maria Gambrelli’yi suçlu gösterse de, olayı çözmesi için görevlendirilen Müfettiş Clouseau, Gambrelli’yi gördüğünde onun masum olduğuna ikna olur ve soruşturmasına başlar. Ancak, Clouseau'nun peşini sakarlıklar, kazalar ve birbirinden tuhaf olaylar hiç bırakmaz.

Efsanevi olan Pembe Panter elması, gizemli bir şekilde bir kraliyet müzesinden çalınır. Baş Müfettiş Dreyfus, isteksizce de olsa Clouseau'yu bu durum için göreve çağırmak zorunda kalır. Soygunda akla gelen ilk şüpheli, dönemin en bilindik hırsızlarından birisi olan Sir Charles Litton'dır. Fakat işin ilginç yanı, Litton’ın bu hırsızlıkla hiçbir ilgisi olmamasıdır. Clouseau, kendi eşsiz dedektiflik yöntemleriyle bu gizemi çözmeye kararlıdır.

Baş müfettiş olan Jacques Clouseau, polis şefliği yapan Charles'ın bir akıl hastanesine kapatılmasına sebep olur. Polis şefi daha sonra kaçmanın bir yolunu bulur ve müfettişi öldürmeyi planlar. Gelişen bu sürecin ardından polis şefi farklı düşünüp dünyaya hükmetmek istese de müfettiş bu durumu kontrol altına almak için kendi yöntemlerini kullanacaktır...